Google – EDAM işbirliği ile başlattığımız bu seride, birbirinden farklı sektörlerin önde gelen isimleriyle teknolojiyi, değişimi ve dönüşebilmeyi konuşuyor; yeni diyaloglar yaratabilmeyi ve Türkiye’de politika yapım süreçlerine fikirsel katkı sağlayabilmeyi umuyoruz. Bu kez ise konumuz Government Technologies, kısaca “GovTech”.
GovTech Nedir?
GovTech, devlet faaliyetlerinin verimliliğini artırmak ve yönetimini iyileştirmek için yaratılan teknolojik çözümler bütünü olarak tanımlanabilir. GovTech, E-devlet, akıllı şehir, RegTech (Regülasyon Teknolojileri), CivicTech (Sivil Teknolojiler) gibi kavramları içinde barındıran çatı bir kavram.
Devlet yönetimi ile teknoloji arasındaki bu ilişkiyi iki temel amaç etrafında inşa etmek gerekiyor. Birincisi, devlet yönetiminde şeffaflık ve katılımcı demokrasinin güçlendirilmesi. İkincisi ise yönetişim süreçlerinin teknolojik çözümlerle optimize edilmesi. Birincisinin en güncel örneği İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile başlayan meclis toplantılarının canlı yayını. Yeni ürünlerin oluşturulmasının yanı sıra, var olan teknolojiyi etkin kullanmak da bu kavramın bir parçası.
Kamu politikalarını daha yenilikçi, çevik ve kalkınma odaklı hale getirebilecek bu girişimler, girişimci, özel sektör, devlet ve toplumun yer aldığı, bütüncül bir ekosistem yaratıyor. GovTech endüstrisinin 2025 yılına kadar yılda 1 trilyon dolar değerinde olacağı öngörülüyor.
Dünya Örnekleri
Mart ayında Danimarka Hükümeti, kamu sektörü sorunlarını çözmek için girişimlere çağrıda bulunarak yeni “GovTech Program“ını duyurdu. Singapur, Polonya, İngiltere, Fransa ve Almanya GovTech programları bulunan diğer ülkelerden bazıları. İlk GovTech zirvesi olma özelliğini taşıyan GovTech Summit’in açılışı, Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından geçen sene yapıldı. Bu sene ikincisi düzenlenecek etkinliğin amacı, girişimcilerin ve yatırımcıların katılımıyla yeni teknolojilerin, kamu hizmetleri ve demokratik uygulamaları nasıl geliştirebileceğini değerlendirmek.
Bu sohbetimiz Govtech’in iki unsuruna, teknoloji ve siyasete oldukça hakim bir isim ile. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Dr. Taylan Yıldız. Taylan Bey siyasi bir figür olmakla birlikte, profesyonel hayatını teknoloji şirketlerinde geçirmiş tecrübeli bir isim. Halen, Belediye Meclisi’ndeki görevinin yanında, Türk girişimlerine danışmanlık vermeyi sürdürüyor.
Taylan Bey ters beyin göçünün nadir örneklerinden. 2017 senesinde Siyasete girmek için 2017 yılında Türkiye’ye dönmüş. Ülkesine dönmeden önce ise hayli kalabalık bir eğitim ve profesyonel hayatı olmuş. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra, Massachusetts Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünde yüksek lisans yapmış. Stanford Üniversitesi’nde İşletme Doktorası Pazarlama bölümüne tam burslu olarak kabul edilen sayılı insandan biri. Stanford’dan sonra Google’a geçiş yapan Taylan Bey, CEO ve CMO seviyesinde yılda 15 milyar dolarlık reklam bütçesini yöneten yöneticilere danışmanlık yapmış. Başarı ödüllerinin yanı sıra, Google’da 3 adet patent başvurusu mevcut.
Seçimlerden basın özgürlüğüne, politikadan teknolojiye, belediye yönetiminden girişimlere uzanan çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik Taylan Bey ile. Umarım siz de bizim kadar keyif alırsınız.
N.D: Öncelikle tebrik ederim yeni pozisyonunuz için. Seçim sürecinde, özellikle muhalefet kanalında dijital platformlar aracılığıyla seçmenlere ulaşıldı. Bu platformların seçim süreci ve siyasete etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
T.Y: Öncelikle ana akım medyada bize yer verilmediği için biz sesimizi duyuramadık. Muhalefet dijital alana hapsolmak durumunda kaldı. Bir kaç istatistik verelim, OECD’nin Digital Divide raporuna göre Türkiye, yaşlılar ve gençler arasındaki internet kullanım oranı farkının en fazla olduğu ülke. Ülkemizde ileri yaşlarda İnternet kullanımı %15’lerde iken gençlerimizde bu oran %85’lerde. İsveç’te bu oran her iki grup için de %95’lerde. Dolayısıyla biz bütün seçmene dijital mecralarla ulaşamıyoruz. Ana akım medyada da yer alamayınca fiziki ortamda saha operasyonları yapmamız gerekiyor.
Diğer taraftan dijital mecra dediğimizde sosyal medyanın gücü yadsınamaz derecede yüksek. Sosyal medya hesaplarını takip eden kitleye “earn medya, kazanılmış medya” diyoruz ve bu kitleye ücretsiz olarak erişim olanağımız var. Finansal kaynaklarımız sınırlı olduğu için bu medya araçlarını doğru kullanabilmek bizim için çok çok önemli. Doğru kullanabildik mi? Kullandık. Sosyal medyada bizi takip eden kişilerle aramızdaki etkileşim oranlarımız çok başarılı. Retweet, beğeni ve girilen yorum sayılarımız çok yüksek. Seçim sürecinde sosyal medyayı kullanma noktasında başarılı olduk diyebiliriz. Ancak sosyal medyanın da bir handikapı var. O da şu, çok fazla içerik takip eden kişilerin akışında öncelikli olarak gözükmek ve takip etmeyen insanlara içerik gösterebilmek için reklam vermeniz gerekiyor. Yani yine paranız olması gerekiyor. Sosyal medyada reklam veremediğimiz durumda organik takipçilerin ötesine geçemiyor ve sesinizi duyuramıyorsunuz.
Bu tabi bir şeye daha işaret ediyor, insanların bilgiye olan açlığına. İnsanların bilgi paylaşma isteği ve içgüdüsü, bilgiye erişim hakkını koruyor. Eskiden gazete okuyarak bilgi alırdık. Gazetelerdeki bu bilgilerin eşik bekçisi genel yayın yönetmenleriydi. Bu kişilerin elbette kendi dünya görüşleri vardı ve yayınlanacak haberleri seçiyorlardı. Ancak bu bilgileri kimin önünüze koyduğu bilindiği için, haber kaynaklarının topluma karşı sorumluluk duyguları vardı. Bu sebeple aldığımız bilgiler daha dengeliydi.
Twitter gibi sosyal medya platformlarının optimize ettiği şey bizim dengeli haber alma hakkımız değil. Bize gösterilen haberlerle ne kadar etkileşim içerisine girdiğimiz ve ne kadar fazla vakit harcadığımız. Bu ikisi bambaşka şeyler. Bu durumda bizim eşik bekçilerimiz takip ettiğimiz, benzer dünya görüşlerine sahip olduğumuz arkadaşlarımız oluyor. Bu bir yankı odası gibi, yine kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz ve karşı tarafa ulaşamıyoruz. Keza onlar da bize ulaşamıyor.
(Aşağıdaki görsel, Türkiye’deki Twitter kullanıcılarına ait paylaşımları politik aidiyetlerine göre gruplandıran bir harita. Kaynak: MIT Technology Review.) Sosyal medya platformlarının algoritmaları bizi sadece yakınımızdaki insanların düşüncelerini okumakla sınırlı kalmaya itiyor. Bu durum, ilgi duyduğunuz içeriklere erişim sağlama konusunda faydalı. Ancak karşıt düşünceleri duymadan bu demokrasi ortamında nasıl sağlıklı karar verebilir siniz? Veremezsiniz. Biz de iktidar sempatizanı arkadaşlara ulaşamıyoruz. Dijital dünyada eşit olarak her kesime sesimizi duyurmak bizim için ve demokrasimiz için önemli.
N.D: Siyasi kampanya süreçlerinde dijital ortamda var olan sahte haber, nefret söylemleri gibi negatif ve hukuka aykırı içeriklerin önüne en etkili biçimde nasıl geçilebilir?
T.Y: Bir kaç yolu var. Bazen bu yanlış bilgilerin kaynağını tespit edebiliyoruz. Sonrasında bu bilgileri tekzip etme şansı bulabiliyoruz. İkincisi, yasal yolları kullanmak. Bu yol meşakkatli ve maliyetli bir yol. Geminin o kadar çok noktası su alıyor ki nereyi kapatacağınızı şaşırıyorsunuz. Dolayısıyla bu yolu tercih etmiyoruz ancak gerektiğinde kullanıyoruz. Üçüncü yol, ki sosyal medyada en çok kullanılan yöntem bu, yanlış bir bilgi varsa onu daha çok doğru bilgi ile boğmak. Yani yanlış bilgiyi kaldırmakla uğraşmak yerine, doğru bilginin insanlar tarafından tüketildiğine emin olmak. Bu sosyal medyayı etkin kullanmak, gerektiğinde reklam vererek insanlara ulaşmak demek. İnternetin dezavantajı da bu. Yanlış bilgiyi düzeltmek için çalışmak bizim görevimiz.
E-Devlet projesi hem nihai hedefine ulaşmadı hem de oraya harcanan kaynak çok daha verimli alanlarda kullanılabilirdi!
N.D: Teknoloji, seçilmiş idarelerin iletişimi bakımından da önemli fırsatlar sunuyor. GovTech uygulamalarının daha katılımcı bir yönetim anlayışı ile seçmenin karar verme mekanizmasını etkilemesi mümkün. Bu çerçeveden baktığımızda Türkiye’de GovTech uygulamalarının ne aşamada olduğunu düşünüyorsunuz?
T.Y: Türkiye’de e-Devlet sistemine çok fazla para harcandı. Peki bu kadar para harcandı ve sonucu ne oldu? Burada sizin de söylediğiniz gibi iki amaç var. Birincisi insanların işini kolaylaştırmak. ikincisi de katılımcı demokrasiyi arttırmak. Birincisi özelinde, e-Devlet’in olayı şudur: devlet kendisi ürettiği hiçbir bilgiyi size bir daha sormaz. Yani siz e-Devlet’ten çıkardığınız hiçbir belgeyi gidip bir yere teslim etmek durumunda kalmamalısınız. Şu an böyle bir durum var mı? Yok. Zaten biz bu ilk amaca ulaşamamışız.
İkincisine gelelim. Vedat Milor hocamız yaptı bunu. Menemen soğanlı mı olur soğansız mı olur anketi yaptı, inanılmaz katılım oldu. Bu oylamayı yapmak sadece dakikalarını almıştır. Peki soruyorum, şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir proje yaptığı zaman size sizin fikrinizi sorabiliyor mu? Böyle bir alt yapısı var mı? Yok. Menemenin nasıl olması gerektiğini Twitter’dan 20 saniyede öğrenebiliyoruz. Devlet herkesin seceresini biliyor, her bir projedeki paydaşın kim olduğunu biliyor ancak size sizi ilgilendiren bir konuda fikrinizi soramıyor! Hem size soru soramıyor, hem de çok basit bir hizmeti sağlayamıyor. Kurumlar arasında entegrasyon yok, aynı veri kayıt sistemi kullanılmıyor. Sizi oradan oraya gönderen aracı konumundalar.
N.D: Bu süreç nasıl yürütülmeliydi? Dijital devlet olmak için atılması gereken adımlar nelerdir sizce?
T.Y: Öncelikle bu sürecin 5 ayağı var. Devlet internet sitesi, veri kayıt sistemi yani gerekli altyapıyı kurar. Bu birinci ayağı. İkinci ayağı, dijital ortamda belge üretir. Üçüncü ayağı ise, devlet sistemlerini entegre eder ve ürettiği bir belgeyi A noktasından B noktasına taşımak zorunda kalmazsınız. Dördüncü ayağı, görevdeki ilgili kişilerle yazışabilirsiniz, iletişim kurabilirsiniz, sorularınızı sorabilirsiniz. Beşincisi ise katılımcı ayağıdır. Burada sizi ilgilendiren her türlü soruyu devlet size sorabilmelidir. Sizin katılımınızın sağlandığı noktadır burası.
Bakacak olursak biz henüz ilk iki aşamayı bitirmişiz. Üçüncü aşamaya dahi gelememişiz milyarlarca dolar harcadıktan sonra. Ne büyük bir fırsat kaçmış düşünsenize. Milyarlarca doları siz Türkiye içerisinde bir girişim yaratmaya harcasaydınız veya mevcut girişimlere yatırsaydınız, dünyadaki e-Devlet dönüşümlerini yapabilecek seviyede bir şirketi kurmuş olurdunuz. Bu şirket Türkiye’nin “unicorn girişimi” (Değeri 1 milyar dolardan fazla olan girişimler, unicorn girişim olarak adlandırılıyor) olurdu ve bu şirket dünyadaki diğer dijital dönüşüm projelerine talip olurdu. Bunu Türksat yaptı. Ortalama proje maliyeti 5 milyon dolardı.
Bizim sorunları çözmek için gerekli teknolojimiz var burada. Sadece bunun önünü açacak politik irade lazım…
N.D: Yerel yönetimler GovTech uygulamalarını nasıl yaygınlaştırabilir? Dünyada teknolojinin bu bakımdan kullanıldığı iyi örnekler nelerdir?
T.Y: Dünyada GovTech uygulamalarının en güzel örneği herhalde Estonya’dır. Estonya bir buçuk milyonluk nüfusun %30’unun başkentte yaşadığı ve dijitalleşme oranının çok yüksek olduğu bir yer. İnsanlar evlenme, boşanma ve tapu işleri hariç hemen hemen her şeyi evlerinde otururken yapabiliyorlar. Bu çok önemli. Bunun için iki şey yapmışlar, çok sağlam veri tabanı ve altyapı kurmuşlar. İkincisi, herkese dijital kimlik oluşturmuşlar. Bu ikisi olmazsa olmaz unsur. Şu anda Türkiye’deki e-imza kullanımının ne kadar düşük olduğunu görüyorsunuz. Bizim Türkiye’de katılımcı demokrasiyi artırmamız için, önce dijital okuryazarlığı artırmamız gerekiyor. Sonra herkese dijital kimlik oluşturmamız gerekiyor. Bunun teknik boyutlarını ayrıca konuşabiliriz ama özetle bunları blokzincir tabanlı sistemler üzerinden yapmamız gerekiyor.
Örneğin Estonya’da geçen seçimlerde oyların %41’ini elektronik ortamda kullanıldı. Ne kadar güzel bir uygulama. Bir de şöyle bir şansınız var, elektronik olarak oy kullandığınızda seçim sonuçlanana kadar oyunuzu değiştirebiliyorsunuz. Seçimin dinamikleri de farklı oluyor bu şekilde. Seçimlerin güvenilirliği de artıyor. Seçim 5’te bitecekti, seçim sonuçlarını 5’i 1 geçe öğrenebilecektik. Blokzincir altyapısında, kimsenin oyların geçerliliğini tartışacak durumu da olmayacaktı çünkü, teknik olarak tahrifat yapmak neredeyse imkânsız bu teknolojide.
Bu tarz teknolojilerin yerelde uygulanma şansı daha yüksek elbette, katılıyorum. Daha küçük nüfuslu yerlerde dijital vatandaşlık uygulamasına geçmek ve insanları eğitmek daha kolay olacaktır. Ayrıca yerel belediyelerin hem hizmet sunmak hem de ilerde yeniden seçilebilmek adına vatandaşın nabzını tutup anlama gibi de bir gayesi var.
Bizim bu konuda bir projemiz var. E-mahalleler kurmak. Bu nelere hizmet eder? Siz yerde bir çukur gördünüz. Resmini çekip sisteme yüklediğinizde, o çukurdan kim sorumlu ise gerekeni yapacak. Siz de sorumlunun kim olduğunu görebileceksiniz. Ayrıca gençlerle ilgili bir girişimcilik merkezi kuracağız. Sarıyer belediyesi olarak girişimcilik merkezine ilişkin yapacağımız yatırımlara ilişkin öncelikle bölgedeki gençlerin fikirlerini almak istiyoruz. Aslında bizim bütün bunları yapacak teknolojimiz var. Burada sadece bunun önünü açacak politik irade lazım.
N.D: Dünyada gelişmiş bir çok büyük şehrin seçilmiş belediye başkanları faaliyetlerinde şeffaflık, doğrudan fayda, istihdam yaratma, şehir özelinde etkinlikler yapma, şehri teknoloji merkezi haline getirme gibi birden fazla alanda çalışmalar yürütüyorlar. Londra’da her sene Tech Forum düzenleniyor, girişimler ve yatırımcılar bir araya geliyor. Yapay zeka en önemli gündemleri. New York’un CTO’su (Teknolojiden Sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı) var. Teknoloji yardımıyla sürdürülebilir şehir yaratma hedefleri var, kaldı ki bu şehirlerin Türkiye’deki şehirler gibi altyapı problemleri yok. Bu kapsamda, Türkiye’de nereden başlanmalı? Sizin vizyonunuz nedir?
T.Y: Akıllı şehir aslında insanların çok daha rahat yaşayabildiği, belediye hizmetlerinin daha ucuz olduğu, girişimcilerin de arttığı bir şehir demektir. Transparanlık ve şeffaflık önemlidir. Akıllı şehir dediğimizde uzay araçlarının uçtuğu bir şehir düşünmeye gerek yok. Dünyada akıllı şehir örneklerine baktığımızda en önemli örneklerden biri Güney Kore’nin Seul şehridir.
Bir şehri akıllı şehir yapmak için dört aşamadan geçirmek gerekiyor. Öncelikle şehrin bilgi toplayacağınız noktalarında internet olması gerekiyor. İnternet kullanımının yaygınlığı anlamında Seul bizden çok daha ötede. İkinci olarak sensör koymak gerekiyor. Veriyi çekeceğiniz noktalarda örneğin hava kirliliğini ölçen, bir kişinin imdat çığlığını duyan, sel baskınını algılayan (pek çok farklı örnek vermek mümkün) sensörleriniz olması gerekiyor. Sensörleri koyduktan sonra, bu bilgiyi toplayacak bir veri tabanı ağına ihtiyacınız var. Son olarak, bu veriyi topladıktan sonra belediyelerin, girişimcilerin herkesin kullanabileceği bir üst servis yazmanız gerekiyor.
Bu dördünü yaptığınız zaman ne oluyor biliyor musunuz? Seul’de binlerce yeni girişim oluşmuş, sadece ve sadece Seul’deki verileri kullanarak. Şu an İstanbul’da anlık olarak verileri toplayabilseniz, nerede hava kirliliği var nerede gürültü var tespit edebilirsiniz. Bu durumda belki bir girişimci arkadaşımız koşucular için Sarıyer’den Bebek’e şu yollardan git diyebilecek bir uygulama geliştirebilir. Bunun örneklerini çoğaltmak mümkün. Bu kadar veri toplanır ve böyle bir sistem kurulursa yerel halk kalkınır, şehir kalkınır.
Akıllı şehir projeleri ile üreten, kendi kendini besleyen bir ekosistem yaratmak…
N.D: Devlet teşviki ve özel sektör yardımıyla yürütülecek akıllı şehir dönüşüm projesine ürün geliştirecek bir dolu girişimci vardır. Kendi kendini besleyen bir ekosistem yaratmak istiyorsunuz. Akıllı şehir üzerine çalışan girişimler var mı bu kapsamda görüştüğünüz?
T.Y: Evet, bana geliyor arkadaşlarımız. Akıllı şehir için şöyle bir altyapı geliştiriyorum diyorlar. Yapacak çok şey var. Biz de çok heyecanlıyız. Şu an Amerika ve Çin arasındaki yapay zekaya ilişkin bir yarış mevcut. Yapay zeka döneminde veri üretmenin önemini görüyoruz. Daha çok verisi olan, bu veriyi işleyen taraf ciddi menfaat elde ediyor. Bu anlamda Çin her gün ürettiği milyarlarca veri noktasıyla Amerika’dan çok daha önde. Bu aşamada üretilen verilere sahip olmak çok önemli. Türkiye’de ürettiğimiz hiç bir veri üzerinde hakimiyetimiz yok. Verilerimizi elde eden, işleyen, kullanan ve bundan para kazanan şirketler menfaat elde ediyor. Veriyi yaratan değil, veriyi saklayıp, kullanan taraf olmak daha önemli. En azından Türkiye’de yarattığımız verileri kendi yaratacağımız sistemlerimizde saklayıp kendi girişimcilerimizle paylaşabilirsek, katma değerli ürünler yaratabiliriz diye düşünüyorum.
N.D: Mevcut ekonomik kriz döneminden çıkmamızda önemli bir yardımcı rol üstlenir böyle bir ekosistem yaratmak.
T.Y: Tabii ki. Sadece Estonya’daki e-Devlet girişimi ülke Gayri Safi Yurt İçi Hasılasına %2 katkıda bulunmuş. Biz bugün ekonomik daralma içerisindeyken %2’lik bir katkı çok çok önemli olacaktır ekonomimiz için. Bu argümana devlet büyüklerimiz de katılacaktır.
Teknoloji, demokratik bir yönetim için çok daha entegre kullanılabilir…
Bizim Sayıştay 2.0’a ihtiyacımız var…
Projelerimizde ölçülebilir, objektif performans kriterleri belirlememiz lazım…
N.D: Siyasetle teknolojinin birleştiği bir başka konu, yönetişim alanında belediye operasyonlarında yapılabilecek iyileştirmeler. Mevcut sistemde belediyelere ait şirketlerin finansal yapıları, belediyelerin harcamalarına yönelik şeffaflık ve dolayısıyla bir hesap sorulabilirlik yok. Dijital çağdan bahsederken, teknolojinin kolaylıkla çözüm yaratacağı konularda neden teknoloji entegrasyonu sağlayamıyoruz?
T.Y: Aslında bu konuda şeffaflık bu işin son ayağı. Bunun ilk ayağından başlamak gerekiyor. Türkiye’de projelerin çoğu paydaşların geri bildirimi olmaksızın yapılıyor. Her isteyen istediği yere, sorgusuz sualsiz bina dikiyor, köprü dikiyor. Öncelikle bizim yapmamız gereken ve dijital platformların katkı sağlayacağı husus, katılımcı demokrasiyle, yapılan projelerin doğru proje olup olmadığını tartışmak ve ortak akılla performans kriterleri belirlemektir.
Bizim Sarıyer Belediyesi’nde başarılı olduğumuz ve enerjisini diğer bölgelere de yaymak istediğimiz unsur, bir projeye başlanmadan önce ilgili semt sakinlerine fikirlerini soruyor olmamız. Bunu genele yayabiliriz çünkü teknoloji buna izin veriyor. Aramızda sağlıklı bir tartışma yaşayalım, yapılan proje doğru mudur bunu konuşalım. Paydaşlarla birlikle soralım siz bu projeyi şu kadara bitireceğim demiştiniz ne kadara bitirdiniz? Benim vizyonuma göre bizim Sayıştay 2.0’a ihtiyacımız var. Sayıştay 2.0, bir projenin sadece kaça mal olduğunun değil, diğer performans kriterlerinin belirlenip takip edildiği bir versiyondur. Örneğin, Osmangazi’ye köprü yaptığınız zaman başarı kriteri ben bu köprüyü 2 milyara bitireceğim deyip o paraya bitirmek midir? Böyle ir projenin başarı kriterleri, trafiği %30 azaltması, çevre kirliliğini azaltacak çözümler getirmesi, birleştireceği iki çevre kasabanın ekonomisine katkı sağlaması gibi unsurlardan oluşmalıdır.
Biz şu an hiç bir projemizde bunu yapmıyoruz. Google’daki mesleki tecrübelerime dayanarak söylüyorum, matematiksel olarak ölçemediğiniz hiç bir şey bir performans kriteri olamaz. Çok çalışmanın, az çalışmanın, güzel çalışmanın ölçemedikten sonra bir görünürlüğü yok. Matematiksel bir tabana oturmamız lazım faaliyetlerimizi. Sonrasında, koyduğumuz kriterleri düzenli olarak ölçebilmeli ve şeffaflık sağlamalıyız. Türkiye’de bunun için Sayıştay var. Ayrıca güçler ayrılığından bahsedilir her zaman. Yasama, yürütme ve yargı. Ancak hepimizin unuttuğu iki güç daha vardır ki insanlar bu iki unsuru saymaz. Bunlar sayılmadıkça biz demokrasi bilincimizden bir şeyler kaybederiz. Bu güçlerden birisi STK’lar, diğeri ise basındır. Şeffaflığın sağlanabilmesi için, projelerin bütün detayları ve başarı kriterleri ile birlikte STK’lar ve basına ulaşılabilir hale getirilmesi gerekir. Bütün bunlardan sonra, iyi olanı ödüllendirme ve kötü olanı cezalandırma mekanizması yaratmak gerekir.
N.D: İstanbul özelinde konuşacak olursak, spesifik örnekler verebilir misiniz? Neler yapılabilir yakın gelecekte?
T.Y: Dünyadaki konjonktüre baktığımız zaman, şehirlerin dijitalleştirilmesi için gereken bilgi birikimi Amerika ve Avrupa’da gani gani var. Ancak gelişmiş ülkelerde yerel demokrasi bir çok da bürokrasi getirdiği için bir çivi çakmak için bile izin almanız gerektiğinden dönüşümü tamamlamak daha zor oluyor. Bizim gibi ülkelerde daha kolaydır vizyonu gerçekleştirmek. Mesela Kanada’da Toronto bu işin öncülüğünü yapıyor. Google’ın bir alt şirketi olan Sidewalk Lab Toronto’yu akıllı şehir yapmak üzere çalışıyor. Stanford’un Digital City Initiative adında bir organizasyonu var, yakın zamanda onlarla görüştüm. Şu an en büyük paydaşları Kore. Biz neden bu dönüşüme dahil olmayalım.
Türkiye’de biz hızlı aksiyon alabiliriz. Değer yaratmak isteyecek bir yönetici kadro eksikliği ve bilgi birikimi eksikliği vardı geçmişte. Benim de amacım naçizane bu ikisini bir araya getirebilmek. Teknoloji vizyonu ve siyasi iradenin bir arada olduğu bir sistem kurabilirsek, biz Türkiye’de dünyaya namzet işler yapabiliriz.
Peki nasıl yapacağız? Paranız varsa, Kore’nin yaptığı gibi sıfırdan bir şehir inşa etmek kolay. Ancak İstanbul’u düşünün. Tarihi bir şehir, yeni yapılar sıkış tepiş. Elbette çok daha meşakkatli bir süreç. Şehrin her yerinde güçlü internet altyapısı ve sensör gerekli dedik. Aslında bunun güzel bir çözümü var İstanbul için. Elektrik direkleri, sokak lambaları. Sokak lambaları şehrin kılcal damarları gibi her yerde var. Böyle bir projede en büyük maliyet kalemi altyapı çalışmaları için yapılacak kazıdır. Mevcut sokak lambalarına zaten elektrik gidiyor, altyapıları mevcut. Fiber İnternet eklersek bu sistemi çok rahatlıkla kurabiliriz. Ayrıca bu direklerin yükseklikleri çok ideal. Zaten 5G teknolojisiyle düşük enerjili baz istasyonlarına geçiyoruz. Akıllı şehir için gerekli istasyonların da konumlanabileceği yapılar bunlar.
Peki nasıl para kazanacağız? Maliyeti düşürmenin en kolay yollarından biri, sokak lambalarını led yapacağız ve güneş enerjisi ile çalışacak bunlar. Bugün İstanbul’un elektrik masrafı yılda 600 milyon TL’den fazla. Bu rakam bile başlı başlına tasarruf demektir. İstanbul için ilk aşamada gerçekleştirmek istediğimiz projeler bunlar.
Politika Perspektifinden: Ne yapmalı?